Rum lider
Papadopulos, "Türkiye'nin AB'ye girmek için Kıbrıs meselesini kullandığını
iddia ederek, Türkiye'nin AB'ye 5,7,10 ya veya daha fazla süre sonra
girebileceğini söyleyerek sözüm ona Türkiye'ye üstü kapalı tehdit etmektedir."
dedi.
Kıbrıs Rum
Kesimi lideri Tasos Papadopulos, İtalyan Corriere della Sera gazetesine
verdiği demeçte, KKTC'nin adada serbest geçişleri başlatmasının bir anlamı
olmadığını öne sürmektedir. Ne var ki, KKTC'nin serbest geçişlere olanak
tanıması, Kıbrıs Rum Kesimini yeniden Annan Planı'na sarılmak zorunda
bırakmıştır. Çünkü tarafları memnun edecek yegane çözümün, tarafların bir
araya gelmesinden geçtiği bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Rum Kesimi lideri, Türkler'in AB'ye girmek için Kıbrıs sorununu kullanmak
isteğinde olduğunu; müzakere baskısı kartını kaybetmemek için çözümün
yoğunluğunu azalttığını söylemektedir. Böyle bir yorum ve bakışla Kıbrıs'ın
geleceğine bakmak mümkün müdür?
Rum Yönetimi lideri Tasos Papadopulos, BM Kıbrıs Özel Temsilcisi De Soto'nun
yardımcısı aracılığıyla Kofi Annan'a mektup göndererek, "Annan planı
temelinde" yeniden görüşmelere başlamaya hazır olduğunu bildirdi.
Rum Yönetimi'nin görüşmelere başlama talebinde, KKTC'nin sınır geçişlerini
serbest bırakmasının ardından yaşanan gelişmelerin etkili olduğu kuşkusuzdur.
Ne yazık ki, AB hep Rum tarafı üzerinden Türk tarafına bakma alışkanlığını bir
kenara bırakıp Kıbrıs Türk tarafını iki eşit taraftan biri olarak görme
noktasına gelememiştir. Yunanistan'ın, bir oldu bittiyle sınırları içine
aldığı "Girit oyunu"nun bir benzerini bugün Kıbrıs üzerinde oynadığını
görüyoruz. Kıbrıs konusuna çözüm arayan Uluslararası güçler ve temsilcileri
"Kıbrıs Meselesi"nine gerçek yüzünü bilmedikleri için Yunan-Kıbrıs Rum
Yönetimi'nin sergiledikleri duygu sömürüsü ve benzeri propagandalarının etkisi
altında kalarak Kıbrıs Adası'na bir Yunan Adası gözüyle bakmaktadırlar. Bu
durum Kıbrıs Türk tarafı için çok büyük bir olumsuzluk oluşturmaktadır.
Konu sivil toplum örgütleri ve halk tarafından da iyi bilinmesine rağmen, bir
hazırlık yapılmadan Planın sadece olumlu yönlerine bakarak hareket edilmemesi
gerekir. Senelerdir fikir üretemeyen ve KKTC' nin tanınmasına zerre kadar
katkıları olmayan siyasiler, daha sonra doğurabilecek tehlikelerin bilincinde
olmak ve tarihe bakmak zorundadırlar.
Yani, İngiltere'yle Arjantin'i savaşın eşiğine getiren, hatta çatışmalara
dönüşen o kriz günlerini hatırlamak gerekir. İngiltere'den binlerce millerce
uzakta Güney Amerika'nın en güney noktasında Macellan Boğazı'nın açıklarında
Falkland Adaları, İngiltere için savaş nedeni olmuştu. En azından Kıbrıs kadar
önemli olmalıydı ki, o adacıklar için Arjantin'le çatışmaya girildi. Ama kimse
o günlerde çıkıp, taraflardan birinin diğerine toprak vermesi gerektiği
yolunda bir "çözüm paketi" sunmamıştı...
Ancak bugün binlerce mil uzaktaki adacıklar için Arjantin'le savaşı göze alan
İngiltere, Akdeniz'in en stratejik adası Kıbrıs için Türkiye'yi toprak
konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. O günlerde Falkland Adası'nı işgal edip
sonra geri çekilen Arjantin de bugün IMF'nin yönetiminde. Tıpkı Türkiye
gibi... O gün Arjantin'den istenen, bugün Türkiye'den istenmektedir.
Yıllarca, Cezayir'i ve Kuzey Afrika'daki birçok bölgeyi sömürge olarak
kullanmış olan Fransa da benzeri bir taleptedir...Ayni şeyi İspanya da
istemiştir. Oysa bugün ayni İspanya, 11 Temmuz 2002'de üzerinde kertenkeleden
başka hiçbir canlının yaşamadığı "Leyla Adası" için Fas'la savaşın eşiğine
gelmişti... Bu küçücük ada için İspanya, savaş gemileri, birlikler, jetler
göndermişti. Doğrusu insan bu adalar için savasan ülkeleri hatirlayinca
sormadan edemiyor:
- Onlar ada da Kıbrıs başka bir şey mi?..
- O adalar, devletlerin egemenlik haklarını ispat ettikleri birer toprak
parçası da Kıbrıs değil mi?..
- Onlara gelince küçük adalar çok değerli oluyor, bize gelince Kıbrıs'tan
verilecek toprak sıradan bir diplomatik müzakere seviyesine indiriliyor. Bu
kabul edilebilir mi?..
Bugün AB için Türkiye'yle Kıbrıs pazarlığını yapanlar bu soruları sormak
zorundadır. Çünkü bu sorular sorulunca, bu toprakların parsellenip müzakere
yoluyla verilebilecek arsalar değil, vatan olduğu anlaşılacaktır.Vatanla
toprak arasındaki fark da işte buradadır...
AB’nin inatla yıllardır adada egemenliğini sürdüren KKTC’yi tanımaması, katı
bir ambargo uygulaması ve Türk kesiminin konfederasyon tezlerinin Rumlar
tarafından reddedilmesi de göstermektedir ki AB, Türkiye’yi içine
almayacaktır. Eğer nihai amaç Türkiye’nin AB üyeliği olsaydı Kıbrıs sorununu
çözümü çok daha sancısız yollardan Türkiye ile eş zamanlı üyelik ile
halledilebilirdi.
Manisalının vurguladığı gibi AB’nin 25 yılı aşkın bir süredir Anayasası,
Meclisi, Hükümeti ile Batı Avrupa demokrasilerine benzer bir sistemi (KKTC)
yok sayması GKRY’ni Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında ve Kıbrıs’ın bütününü
temsilen AB’ye almak istemesinin yegane nedeni Doğu Akdeniz’deki bu stratejik
adayı Rum egemenliği altında AB’nin bir parçası yapmaktır.
Görüldüğü gibi adada çözümü engelleyen AB’dir. Bu arada ABD’nin de Güvenlik
Konseyi’ndeki etkisine karşı KKTC’nin tanınması yolunda çaba harcamadığını
belirtmeliyiz. Batı’nın Kıbrıs konusundaki çifte standardı akıllara durgunluk
vericidir. Bosna’da aynı ırktan gelmelerine rağmen farklı dinden olan Boşnak
ve Sırpların ayrılmaları desteklenirken Kıbrıs’ta farklı ırk ve dine mensup
iki halktan Müslüman ve Türk olanı Hıristiyan ve Rum olanın egemenliğine
sokmaya çalışılması nasıl izah edilebilir? Kıbrıs’ta kalıcı çözümün Türk ve
Rum toplumlarının yan yana ama ayrı yaşamalarından geçtiği gerçeği kabul
edilmelidir.
Kıbrıs’ın jeostratejik konumu bu adada hiç Türk yaşamasa dahi, Türkiye’nin ada
ile yakından ilgilenmesini gerektiriyor. Kıbrıs Doğu Akdeniz’e hakim konumunun
yanında Türkiye’nin açık denizlere çıkışını kontrol edebilecek bir konumda
bulunuyor. Dolayısıyla adanın başka bir ülkenin egemenliğinde bulunması bizim
için kabul edilemez. Hiç kimse Atatürkçülerin, barış istemediğini söyleyemez.
Yunanistan’la büyük bir savaş sonrasında dostluk kuran Mustafa Kemal
Atatürk’tür, ancak barış demek onursuzluk ve ulusal çıkarların hiçe sayılması
demek değildir. Üstelik Yunanistan yönetimi barış adına hiçbir adım
atmamıştır, sadece atıyor görünmesine rağmen.
Kıbrıs konusunda AB'ye gerektiğinde ''hayır'' deme cesaretini gösteremeyen
hükümetler, ''belgeleri imzaladıkça'' Türkiye'nin manevra alanını iyice
daraltmış olmuyorlar mı? Türkiye dar bir tünelin içine sokulmuyor mu?
Türkiye ''Kıbrıs'ı feda edemeyeceğine göre'' , yarın daha zor durumda kalmamak
için, direnç gösterme gücünü, ''AB daha ileri adımlar attığı zaman mı
bulacaktır'' ? İlerideki direnç, ''hem Türkiye içinde, hem de Türkiye-AB
ilişkilerinde, daha büyük kırılmalara" yol açacağı akıldan çıkarılmamalıdır.
|