KÖŞE  YAZILARI / ONLINE BİLGİ İLETİŞİM AĞI / Dr. Bilal Uçar  Yazıları:::...>

TÜRKİYE'NİN AVRUPA BİRLİĞİNE UYUM YÖNETİMİ

 

Prof. Dr. Hülya Baykal

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi

Türkiye’nin AB’ye üyelik macerası, Avrupa Konseyine üye olması ile başlar. Türkiye – Konsey ilişkilerini tekrar kısaca değerlendirecek olursak; 1951’de Avrupa Konseyi’ne heyecanla üye olan Türkiye, zamanla Sovyet tehlikesinin azalması ve ağırlıklı hedeflerin değişmesi sonucu, Konsey’deki itibarının bazen dalgalanmalara maruz kaldığına şahit olmuştur. Nitekim yurdumuzda 12 Eylül 1980’de meydana gelen yönetim değişikliğini, demokratik rejimin ihlali kabul ederek, Türkiye’nin üyeliğini 6 yıl süre ile askıya almış bulunan Konsey; özellikle Türkiye’de insan haklarına ve bölgesel grupların kültürlerine tam riayet edilmediği görüşüne varan suçlaması ile Türkiye’yi dışlamıştır. Oysa Konsey, çeşitli faaliyetlerinden yararlanamadığımız fakat kopmakta da milli yarar ve çıkar görmediğimiz bir kuruluş olarak, dış politika bağlantımızda ağırlıklı bir yer tutmaktadır.

Ancak siyasi bir kuruluş olan Konsey’in zamanla çalışmalarında gelişmeler ve değişmeler olması, ele aldığı konuların da genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle Konsey halen, kamu hizmetlerinin her alanında üye ülkelerin ilgili birimleri arasında işbirliğini gerçekleştirmeye çalışan bir koordinatör kuruluş görevini üstlenmeye devam etmekte ve başta Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı olmak üzere, bir çok bakanlığın çeşitli birimlerinin Konsey ile ayrı ayrı ilişkisi olmuştur.

Türkiye – Topluluk ilişkileri içinde, ilk düzenli örgütlenme, Milli Güvenlik Kurulu’nun 25 Mart 1981 tarihinde aldığı karar sonucu 15 Aralık 1982’de çıkarılan 8 / 3987 sayılı kararnamedir. Bu kararname ile Türkiye – Topluluk ilişkilerinde koordinasyon görevi, Devlet Planlama Teşkilatına verilmiş ve teşkilat içinde bir AET başkanlığı (Genel Müdürlüğü) kurulmuştur. AET konularında bir “koordinasyon komitesi” de yaratan 8 / 3987 sayılı kararname, ancak Nisan 1982 tarihinde uygulama aşamasına gelmiş ve 1982 – 1987 döneminde Türkiye – Topluluk ilişkilerinin yönlendirilmesinde en önemli hukuki düzenleme olarak yürürlükte kalmıştır.[1]

1973 ve 1980 yıllarındaki petrol krizlerinin ardından ortaya çıkan ekonomik krizlerin etkileri, Topluluk üyesi ülkelerde de hissedilmişti. 1957 yılından beri görülen gelişmelerin durduğu, bütünleşme sürecinin duraklamaya girdiği, hatta ekonomik ve parasal birlik yönünde, ilerlemelerin imkânsızlaştığı görülmüştü.

Bu arada ülkemizde 1983’de yapılan genel seçimlerle Anavatan Partisi iktidara gelmiş, yeni hükümet, Topluluk ile ilişkilerin canlandırılmasına çaba sarf etmiş, dünyadaki yapısal değişimlere paralel politikalar benimsemiş ve uygulamaya geçilmiştir.

1985’de Başbakan Turgut Özal, zamanı geldiğinde ve şartlar olgunlaştığında Avrupa Topluluğuna tam üyelik başvurusunda bulunulacağını söylemiştir. 16 Eylül 1986’da 6 yıllık bir aradan sonra, Türkiye – AET Ortaklık Konseyi Brüksel’de toplanmış ve böylece Türkiye – AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamış olmuştur.

17 Ekim 1986 tarihinde, AET ile ilişkilerin izlenmesi ve koordinasyonundan sorumlu bir Devlet Bakanlığının kurulması ile 1959’dan bu yana Türkiye – Topluluk ilişkileri, ilk defa bir Devlet Bakanlığı düzeyinde ele alınmıştır. 16 Şubat 1987 tarihinde Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcılığı tarafından yayınlanan genelge, ilgili bakanlık ve kuruluşların kendi bünyelerinde AET birimleri oluşturmalarını zorunlu kılmıştır.[2]

14 Nisan 1987’de Avrupa Topluluğuna “ortaklık statüsünden” ayrı olarak, “tam üyelik” başvurusunda bulunulmuştur. 14 Nisan 1989 tarih ve 367 sayılı kararnameyle, Bakanlıklarda ve bağlı kuruluşlarda AT ile ilgili birimler kurulması sağlanmıştır.

14 Nisan 1987’de tam üyelik başvurusu sonucunda, AT konusunda koordinasyonu sağlamak üzere, esası 8 / 3987 sayılı kararnamede yer alan üç temel kurul, yeniden düzenlenerek oluşturulmuştur.[3]

1: Üst kurul:

Başbakan ve Başbakan Yardımcısının başkanlığında, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, ilgili Devlet Bakanı, ekonomik işlerden sorumlu Devlet Bakanı, Dışişleri Bakanı ile Başbakan Müşavirinden oluşur. Toplulukla ilişkilerin ekonomik politik ve sosyal yönlerini ve izlenen politikaların esaslarını belirlemekle görevlidir.

2: Koordinasyon Kurulu:

Başbakan Müşaviri, bakanlıklar, DPT müsteşarı, Hazine, Dış Ticaret Gümrük Müsteşarı, DİE ile TSE başkan ve başkan yardımcılarından oluşan bir kuruldur. Topluluk ile gerçekleştirilecek görüşmelerin talimatlarını hazırlar ve ortaklık organlarında alınan kararlar ile ilgili olarak, yapılması gereken iç uyumun sağlanması için, getirilen teklifleri inceleyerek karara bağlar.

3: Danışma Kurulu:

Koordinasyon kurulu üyelerine ek olarak, Türkiye – Topluluk Karma Parlemento Komisyonu üyeleri, Üniversiteler, Odalar Birliği, İktisadi Kalkınma Vakfı, TİSK, TÜSİYAD, Türkiye Avrupa Topluluğu Derneği, Ziraat Odaları Birliği, Bankalar Birliği, Dış Politika Enstitüsü, Toplulukla İlişkilerle görevli Başbakan Baş Müşaviri’nce davet edilen diğer kuruluş temsilcileri ile Topluluk konusunda ihtisas yapmış kişilerden oluşmaktadır.

4: Mevzuat Uyumu Alt Komiteleri:

Türkiye’nin 14 Nisan 1987 tarihinde Topluluğa tam üyelik için başvurusunu takiben, tam üyelik gerçekleştiğinde çıkabilecek sorunları en aza indirmek amacı ile mevzuat konusunda uyum çalışmaları yapmak üzere 19 adet alt komite kurulmuştur.[4]

1989 yılında ise 360 sayılı KHK ile 11 kuruluşta Avrupa Toplulukları Koordinasyon Genel Müdürlükleri ya da daire başkanlıkları kurulmuş, daha sonra bu sayı artış göstermiştir.

14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye’nin tam üyelik için yaptığı başvuru, Konsey tarafından Komisyona havale edilmiş olup, hazırlanan rapor, Türkiye’nin tarım ve sanayi sektöründe Toplulukla olan önemli yapısal farklar; sanayide yüksek koruma alanları, 1989’da artış gösteren makro ekonomik dengesizlikler, düşük sosyal koruma düzeyleri ve Türkiye ile Topluluklar arasındaki kalkınma düzeyi farkının büyüklüğü gibi sebepler ile olumsuz olmuştu. Komisyonun olumsuz görüşü, Konsey tarafından 5 Şubat 1990’da onaylanmış, Türkiye’nin başvurusunun değerlendirilmesi 1992’den sonraya bırakılmıştı. Zaten Komisyon 1993 senesine kadar, Tek Avrupa Senedi hedeflerine ulaşmadan tam üyelik başvurularını işleme koyamayacağını belirtmişti.

1990’lı yılların ilk yarısında Avrupa’nın siyasi yapısı baştan aşağı değişiyordu. Berlin duvarı yıkılmış, 3 Kasım 1990’da iki Almanya birleşmiş Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri Sovyetler Birliği denetiminden çıkarak demokratikleşmiş ve neticede Sovyetler Birliği çözülmüştü. Türkiye ile ilişkilerdeki gelişme devam ederken,  Topluluk, Tek Avrupa Senedi ile başlayan ortak politikaların uygulamalarına hız vermiş ve sürekli gelişmeyi destekleyen yeni alanlarda çalışmalarına devam etmiş; ortak kültür ve ortak vatandaşlık kimliklerini gelecek kuşakların ve gençlerin güvenli ortamda yaşamalarını sağlayacak anlaşmalarla yasallaştırmıştır. Bu amaçla 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan ve Maastricht Antlaşması olarak bilinen, resmi adı ile “Avrupa Birliği Anlaşması” “Avrupa Birliği” esası üzerine kurulmuş olup, tarihi bir dönüm noktasını oluşturmuştur.1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren bu anlaşma, Avrupa Ekonomik Topluluğu adını Avrupa Topluluğu’na dönüştürmüştür. Anlaşma, kademeli olarak gerçekleştirilmesi gereken Ortak Güvenlik ve Dış Politika; Avrupa vatandaşlığı; ekonomik ve parasal birlik konularındaki yenilikleri içermektedir.[5]

Avrupa bütünleşmesinde önemli bir dönüm noktasını simgeleyen Avrupa Tek Senet’inin ardından kurucu anlaşmalarda en geniş revizyon yaratan Maastricht Antlaşması, Avrupa Topluklularının yapısını radikal biçimde değiştirmiştir. 21 – 22 Haziran 1993’te yapılan Kopenhag Zirvesinde aday ülkelerin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlayabilmeleri için 3 kriterin karşılanması kararı alınmış olup, tam üyelik müzakerelerine başlayabilmek için aday ülkelerin bu kriterlere yani Siyasi kriterler (demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygı); Ekonomik kriterler (işleyen bir Pazar ekonomisi ve AB içindeki piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesi); Topluluk Müktesebatına uyum (siyasi, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine uyma ve üyelik yükümlülüklerini üstlenme kapasitesi) kriterlerine uyum sağlaması gerekmektedir. Bu kriterler ileride Türkiye’nin tam üyelik sürecinde önemli rol oynamıştır.

AB genişleme ve yeniden yapılanma girişimlerinde hızla ilerlerken, Haziran 1993’te Kopenhag’ta yapılan Zirve toplantısında, üye ülkeler Türkiye için olumlu bir tutum içinde bulunmuşlar, 6 Mart 1995 tarihinde toplanan Türkiye AB Ortaklık Konseyi kararı çerçevesinde, taraflar arasında 1 Ocak 1996’da Gümrük Birliği kurulmuştur. Böylece Türkiye’nin 22 yıl süren “Geçiş Dönemi” tamamlanmış oluyor ve 1 Ocak 1996’dan itibaren tam üyelik sürecinde “son döneme” girilmiş bulunuyordu.

AB’nin genişleme sürecine girmesi ile birlikte, Maastricht Anlaşması’nın getirdiği yeniliklerde de değişiklikler yapılmasının gereği ortaya çıkmıştı.[6] Bunun için 16 – 17 Haziran 1997’de Amsterdam’da yapılan Avrupa Konseyi Zirvesinde, Amsterdam Anttlaşmasının temel hükümleri nihai hale getirilmiş ve Mayıs 1999’da yürürlüğe girmişti. Anlaşmaya göre AB, üye devletlerin ortak ilkeleri olan hürriyet, demokrasi, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğüne dayanmaktadır.[7]

Amsterdam Antlaşması ile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyum, tam üyelik için yazılı bir şart olmuştur. Antlaşmaya göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uymayan veya zaman içerisinde sözleşmeye aykırı davranma eğilimini sık olarak ortaya koyan üyenin; Bakanlar Konseyinde oy hakkı, diğer ülkelerin üçte birinin teklifi ve oy birliği ile karar alınması koşulu ile askıya alınabilecektir.

Amsterdam Antlaşmasının kabul edilmesinden sonra, Avrupa Birliği Komisyonu’nun Avrupa Birliği’nin 21.yy. daki güçlenme ve gelişme perspektiflerini ortaya koyan 16 Temmuz 1997 tarihli Gündem 2000 Bildirisi’nde Genişleme Bölümü’nde Türkiye’ye yer verilmemiştir. Türkiye ile ilişkilerin sadece Gümrük Birliği çerçevesinde kalacağı belirtilmiştir. Yani Türkiye dışlanmıştır. Kopenhag Zirvesi sonuç belgesinde Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’nin üyesi olacakları konusu açık bir şekilde ifade edilirken, Türkiye bu belgede, ilişkilerinin sadece Gümrük Birliği ile sınırlı kaldığını öğreniyordu. Bunun üzerine Gündem 2000’nin hemen ardından Türkiye, yoğun ikili temaslara başlamış, AB’nin tutumunun Türkiye – AB ilişkilerinin müktesebatına uymayacağını belirterek,  Aralık 1997’de yapılacak olan Lüksemburg Zirve Toplantısında, Türkiye’nin AB genişleme sürecine dahil ülke olduğunun açıklanmasını istemişti. Ancak yapılan Zirvede (12–13 Aralık), Türkiye yine genişleme sürecinin dışında bırakılmıştı. Bunun üzerine Türkiye diyalogu tek taraflı olarak kesmişti.

4 Mart 1998’de AB Komisyonu, Türkiye-AB ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan “Türkiye için Avrupa Stratejisi”  adlı bir rapor hazırlamıştı. 15–16 Haziran 1998’de yapılan Avrupa Birliği Cardiff Zirvesi’nde bu strateji onaylanmış ve Türkiye için “üyeliğe ehil” yerine “ , “üyelik adayı” ifadesi kullanılmıştı ve artık Türkiye, AB Komisyonunun her yıl Ekim ayının sonunda, aday ülkelerin üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme kapasitesinin değerlendirilmesine ilişkin hazırladığı “İlerleme Raporuna” dahil edilmiş oluyordu.[8]

10–11 Aralık 1999’da toplanan Helsinki Zirvesinde, Türkiye oy birliği ile AB’ne aday ülke olarak kabul edilmişti. Artık ilişkilerde yeni bir dönem başlamış oluyordu.

AB’nin 21. yy.daki politikalarının çerçevesini çizen Gündem 2000 belgesinde, yapısal uyumun yeni yüzyılda AB için öneminin artacağı belirtilmektedir. Gündem 2000’de, AB’nin öngördüğü genişleme ile bağlantılı olarak kalkınma düzeyleri birbirinden farklı olan ülkelerin, yeni üyeler olarak AB içinde yer alması olasılığının, ekonomik ve toplumsal uyum ve dayanışma hedeflerini her zamankinden daha önemli hale getirdiği vurgulanmaktadır.[9]

Türkiye ile AT arasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanan Ortaklık Anlaşması’nın üzerinden 37 yıl geçtikten sonra, AB’ne tam üyelik yolunda en somut adımlardan biri Helsinki Zirvesinde atılmıştır. Türkiye 10–11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği Konseyi’nde (Avrupa Zirvesi) oybirliği ile AB’ye aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiş, diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. Tam üyeliğe adaylığın kesinleşmesiyle, AB  ile ilişkilerimiz yeni bir nitelik ve içerik kazanmıştır. Zirve kararları çerçevesinde, 4 Aralık 2000 tarihinde Türkiye’nin Katılım Ortaklığı Belgesi kabul edilmiştir.AB tarafından tek taraflı olarak hazırlanmış olan bu belge, Türkiye’nin tam üyeliğe kadar gerçekleştirmesi gerekenleri kısa ve orta vade olmak üzere, öncelikli alanları ve AB’nin yapacağı mali yardımı tanımlamaktadır.[10] (9) . Zirve metninde Türkiye’nin “diğer aday ülkelere uygulanan kriterler çerçevesinde aday ülke olduğunun” ilan edilmesinin yanı sıra, Türkiye’nin üyeliği için gerekli olan reformların gerçekleştirilmesine yönelik olarak bir Katılım Öncesi Strateji geliştirileceği belirtilmiştir. Buna ilaveten Türkiye tarafından AB müktesebatının benimsenmesine ilişkin, bir Ulusal Program hazırlanması öngörülmüştür.

Türkiye tarafından hazırlanan Ulusal Program’da, Türk mevzuatının Avrupa Birliği müktesebatına uyumu için, mevzuatımızda yapılacak değişiklik ve yeniliklerin arasında Bölgesel Politikalar da başlık olarak yer almaktadır. Uyum çalışmaları sadece AB mevzuatına uygun mevzuatın çıkarılmasından ibaret olmayıp, bu mevzuatın uygulamaya geçirilmesini güvence altına alacak hukuki ve idari yapıları da kapsamaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, AB’ye mevzuat ve idari yapı uyumu açısından, Türkiye’nin önünde diğer alanlarda olduğu gibi, bölgesel politikalara uyum açısından da, ciddi bir yol olduğu görülmektedir.

Üyelik sürecindeki ülkelerin AB müktesebatına uyum, yani mevcut ulusal yasal ve kurumsal yapıyı AB’nin ortak kurallarına uyumlu hale getirme yükümlülüğü vardır. AB’nin desteğinden yararlanma çerçevesini oluşturmak için, bölgesel kalkınma alanında, bölgesel kalkınma stratejisi ve bu strateji ile uyumlu bölgesel kalkınma politikaları geliştirmek gerekmektedir.[11]

Modernizasyon çerçevesinde ele alınabilecek gelişmeler, Türkiye açısından sadece AB üyeliği perspektifi ile değil, fakat çağa uyum sağlayacak bir Türkiye yaratmak amacını taşımaktadır. Bu uyum sürecinde ulaştırma, çevre, endüstri, tarım gibi farklı sektörlerden sorumlu bakanlıkların kendi aralarındaki işbirliği değerlendirmeleri, modernizasyonun daha kolay elde edilmesi için bir mecburiyet olmalıdır. Ancak bu işbirliği değerlendirmeleri, yapısal bir desteği şart koşmaktadır. Genişleme için yapısal destek, Türkiye için dikkatle işlenmesi gereken bir konudur. Uygulama süreçleri epey karışık olan yapısal fonlar ve uyum fonundan, birliğin gelecekteki genişlemesi ile  AB’ye katılacak yeni üye devletlerin yararlandırılması öngörülmektedir.

Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), üyeliğe hazırlık döneminde aday ülkenin kısa ve orta vadede yapması gereken öncelikli alanları tanımlayan ve bu çerçevede gerekli mali yardım bütçesini belirleyen bir dokümandır. Kısa vadede yerine getirilmesi beklenen öncelikle, bir yıllık süre olarak tanımlanırken; orta vadeli öncelikler ise, gerçekleşmesi bir yıldan fazla sürecek konuları kapsar. Katılım Ortaklığı Belgesi, aday ülkenin adaylıktan üyeliğe geçiş sürecinde atması gereken somut adımları, gerçekleştirmesi beklenen yasal reformları bir takvime bağladığı için önemli bir yol haritası  ve eylem planıdır.

Bu politikalar gereği, fonların etkin kullanımını sağlayabilmek için, aday ülkelerin tam üyelik öncesinde, kapasitelerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla oluşturulan ve halen AB ile aralarında Katılım Ortaklığı Senedi imzalanan, aday ülkelerin yararlandığı Katılım Öncesi Strateji;  üç finansal araçtan oluşmaktadır.

Helsinki Zirvesi kararlarına uygun olarak, Türkiye’nin “yol haritası” niteliğindeki “Katılım Ortaklığı Belgesi” 4 Aralık 2000 tarihinde kabul edilmiştir. Bu belgede Türkiye’nin tam üyelik statüsüne geçişine kadar, kısa ve orta vadede yapması gerekenler öncelik sırası içinde, bir takvim dahilinde sıralanmıştır. Amsterdam Antlaşmasında yer alan Kopenhag Kriterleri’nin siyasi alt başlığında yer alan hususlar, Katılım Ortaklığı Belgesi’nin kısa dönemde yapılması gereken “ev ödevleri” kapsamındadır.[12]

Türkiye tarafından 26 Mart 2001’de; Avrupa Komisyonu’na; Kopenhag Kriterleri, Helsinki Zirvesi sonuçları, Katılım Ortaklığı Belgesi, 2000 yılı İlerleme Raporu ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Programı çerçevesinde hazırlanan Ulusal Program, Türk mevzuatının AB müktesebatına uyumunun sağlanması sonucu sunulmuştur.

Ortaklığın siyasi ve ekonomik kriterlerini, üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme kapasitesini, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan kısa  ve orta vadeli önceliklere nasıl uyum sağlayacağını kapsayan Ulusal Programı’nı ,Türkiye 26 Mart 2001 tarihinde Avrupa Komisyonu’na sunmuştur.

Katılım Ortaklığı Belgesi dinamik yapıdadır. Avrupa Komisyonu’nun her yıl sonunda hazırladığı İlerleme Raporları’na ve yapılan uyum çalışmalarına göre güncellenirler.

Türkiye üyelik müzakerelerinin başlama tarihini alabilmek için, uyum çalışmalarına hız vermiştir. Siyasi kriterler açısından eksiklikleri tamamlamak ve uygulamada başarılı olunduğunu 2004 yılı İzleme Raporu ile teyit ettirdikten sonra, Aralık 2004’de yapılan zirvede müzakere tarihi alma gayretini göstermiştir.

Dünya son yıllarda yoğun tehdit altında bulunmaktadır. Açlık, yoksulluk, terör, iç savaşlar bunun bir örneği olmakta ve barışın yeni tehditlerle tehlikeye girdiği yeni bir dönem içinde bulunulmaktadır. AB her ne kadar bir güç simgesi olarak dünyada yerini almış görünse de, her ne kadar uluslar üstü bir niteliğe sahip bulunsa da, gerek dünyadaki jeopolitik ve jeostratejik konumlar, gerekse konjonktürel değişimler, Avrupa Birliği’ni kendini koruma noktasında arayışlara itmiştir. Avrupa Birliği bir çıkarlar Birliği’dir. Eğer diğer ülkeler ortak çıkarlarda birleşmeselerdi, Avrupa Birliği siyasi birliktelikte bu kadar yol alamamış olacaktı.  Birliğe girme düşüncesi içindeki ülkelerin çıkarlara ortak olması, kendini kabul edilebilir bir seviyeye getirmesi, aday ülkelerin uyum hazırlıklarını hızla tamamlaması ile mümkündür.

YÖNETSEL UYUM

Avrupa Birliği siyasi ve ekonomik bir bütünleşme olarak, uzun ve çetin mücadeleler sürecinin ürünüdür. Bütünleşme gayretlerinin her safhasında birçok sorunla karşı karşıya gelinmiş, adeta büyük bir özveri ile sorunların üzerine gidilip azaltmak suretiyle ilerleme kaydedilebilmiştir. Uyum sağlama konusu, AB’ye aday ülkeler için, başlı başına önemli bir sorun olmuştur. Nitekim Helsinki Zirvesiyle aday ülke konumuna gelen Türkiye açısından da uyum, çok önemli bir sorun teşkil etmiştir.

Türkiye’nin aday ülke statüsünün tanınması ve Türk Hükümetlerince uzun zamandan beri Türk kamuoyunun gündeminde olan bir dizi hukuki, siyasi ve ekonomik açılardan AB’ye daha uyumlu hale getirecek diğer yasal-yönetsel önlemlerin alınması ile ilgili oldukça başarılı sayılabilecek bir performans gösterilmiştir.[13]

Nitekim AB’nin siyasi ve ekonomik bünyesine başarılı bir şekilde katılıp uyum sağlamak her şeyden önce etkin, etkili ve kaliteli bir yönetim mekanizmasının gerçekleştirilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun için TBMM bünyesinde bir AB Uyum Komisyonunun oluşturulmuş olması son derece önemlidir. Bu komisyonla, müzakere süreci hızlandırılacaktır. İdari yapı, uyum çalışmalarında gelinen nokta hakkında ilgili komisyonları düzenli olarak bilgilendirmeli, komisyonlar ise hem meclis düzeyinde bilgilendirme çalışmalarını yapmalı, hem de belirlenecek bir açıklık stratejisi çerçevesinde AB’ye uyum için hazırlanan yasaların Meclisten en kısa sürede geçebilmesi yönünde çalışmalıdır.[14]

Türkiye’nin AB’ye uyum sürecinde, önceleri çok az sayıda bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının çalışmalarını koordine etmeye yönelik komitelerin sürekliliği sağlayamadığını bilmekteyiz. 1982 öncesi Dışişleri Bakanlığı,1982–1986 yılları arasında DPT, 1987’deki tam üyelik başvurusu ile birlikte Devlet Bakanlığı Koordinasyon Bakanlığı, faaliyette bulunmuş; 1990’lı yıllarda Devlet Bakanlığı dışında Başbakan Yardımcılılığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakan Baş Müşavirliği koordinasyon görevini yapmışlardır. 2000 yılından itibaren bu göreve bir görev tanımlaması yapılıp, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurulmuştur. ABGS, Başbakanlığa bağlı bir örgüt olarak görev üstlenmiştir.

AB-Türkiye ilişkilerindeki gelişmeler, yönetimde sadece kurumsal ve ulusal düzeyde koordinasyon sağlanmasının yetersiz olduğunu göstermiş, bu düzenin bir takım yeni birimlerle desteklenmesini gerekli kılmıştır. 1964 tarihli Ankara Anlaşması’nın 6.maddesine istinaden “Ortaklık Komitesi”, “Gümrük İşbirliği Komite’si” ve “Karma Parlamento Komisyon’u” ve “Karma İstişare Komite’si” (Ekonomik ve Sosyal Komite) kurulmuştur. 11 Nisan 2000’ de Ortaklık Konseyi Kararı ile Türkiye’nin Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki önceliklere ve mevzuat uyumuna ilişkin ilerlemesini izlemek ve yeri geldiğinde de öneriler sunmak üzere, Ortaklık Komitesi’ne bağlı ‘’Alt Komiteler”  kurulmuştur. Sözü edilen bu alt komiteler görev alanlarına giren konularda (Ekonomik, Politik, Mali, Sosyal, Bilimsel, Teknolojik, Çevre, Enerji v.s.) Hükümete danışma hizmeti sunma konusunda güç vermektedir.[15]

Avrupa Birliği normlarında belli bir süre içinde uyum sağlama yükümlülüğü önemlidir. Türkiye bu uyumu sağlarken gerek bölgesel entegrasyon, gerekse kültürel entegrasyon yolunda atılan adımlardan etkilenmektedir. AB mevzuatına uyum[16]; AB’nin üçüncü ülkelerle olan anlaşmalarına uyum, geçici dönemleri istismarlar, teknik uyum ve diğer önlemleri içeren müzakere pozisyonlarının hazırlanması aşamasında özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımı ve katkılarını yansıtacak iç koordinasyonun ve mutabakatın sağlanması büyük önem kazanmaktadır. Siyasi ve teknik boyutları olan müzakere sürecinde nihai sorumluluk kuşkusuz hükümete aittir. Bununla beraber bu çok kapsamlı ve her alanda köklü değişiklikler getirecek projenin hızlı ve başarılı bir şekilde yürütülebilmesi için, tüm siyasi partilerce benimsenmesi ve desteklenmesi önemlidir.

Siyasi sorumluluk, genelde Dışişleri Bakanlığı ya da Avrupa Birliği’nden Sorumlu Bakan tarafından üstlenilmiştir. Türkiye’de AB’den Sorumlu Bakanlık olmadığından, bu görev Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Ancak Türkiye’de Dışişleri Bakan’ının ekonomi, siyasi, güvenlik alanlarını da içine alan görev ve sorumluluğu dolayısıyla, AB’den sorumlu bakanlık oluşturulması yarar getirecektir. AB ile ilişkilerin ulusal düzeyde takip koordinasyonundan sorumlu başka örgütler ise; Başbakan Yardımcı’lığı veya Devlet Bakan’lığıyla ilişkilendirilmiş bir AB Koordinasyon birimi; Başbakanlığa bağlı AB ile ilgili işlerden sorumlu Müsteşarlık veya Genel Müdürlük[17] olarak düşünülmüştür.

Müzakere safhasında müzakereleri yürütecek idari yapılanmada tecrübeli bir kadronun ve kurumlar arası koordinasyonu sağlayacak kurumsal bir alt yapının olması gerekmektedir. Uyum sürecinde kamu kurumları; bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşlarıyla yürütülen ortak çalışma ve koordinasyonun sağlanmasında en yetkili kurum, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’dir. Müzakere heyetinde ise hem sınırlı, hem de sabit üyelerden oluşan iki tür üyeden ibaret bir çalışma grubuna ihtiyaç vardır. Nitekim Dışişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye’nin AB nezdindeki daimi temsilciden oluşan sabit yetkiler ve müzakere konu başlıklarına göre değişen üyelerden oluşan çalışma komitesi ve alt çalışma grupları (Bakanlık, Kamu Yetkilileri, Özel Sektör Yetkilileri, STK’ları) yetkilileri Müzakere Heyetini oluşturmaktadır.

Müzakere Heyet Başkanlığını, Dışişleri Bakanı veya varsa Avrupa Birliği’nden Sorumlu Bakan’ın yürütmesi uygundur. Müzakere Heyet Başkan Yardımcılığı’nın ise,Baş Müzakereci kimliğinde konusunda otorite, deneyimli, koordinasyon sağlayabilecek kapasitede, birikimli, İngilizce ve Fransızcaya çok iyi hakim, uzun süren müzakere çalışmalarında sürekliliği sağlayabilecek kişinin üstlenmesi uygundur.

Avrupa Birliği’nin uyum çalışmalarında önemli bir kriter şeffaflıktır. Bu da müzakere sürecince, ilgili tüm çevrelerin görüşü alınarak sağlanabilir. Ayrıca etkili bilgilenme çalışmaları da önemlidir. Enformasyon ve Eğitim Daireleri, bu koordinasyonu yapmada etkendir.

Siyasi ve ekonomik uyum kriterleri içinde, yeni bu uyum anlayışına bakacak olursak, bunu AB’ye yönetsel uyum olarak ifade edebiliriz. Zira Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda atılan adımlar, birliğe katılabilmede uyulması gereken bir takım kriterlere sahip olmayı mecbur tutmuştur. AB’nin oldukça karmaşık yapısı içinde yönetsel uyum konusu izlemesi oldukça zor ve uzun bir süreci Türkiye’nin önüne koymuştur.

Türkiye diğer aday ülkelere uygulanan kriterler çerçevesinde bir takım gerekli reformların gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak uyum çalışmalarının içine girmiştir. Bu uyum çalışmaları sayesinde AB yönetim mekanizmasının daha iyi işlenmesi sağlanmış olacaktır.[18]

AB’ye uyum değerlendirilmesi ile bağlantılı olarak dikkate alınacak bir diğer konu da, yönetsel kapasite olarak ifade edilebilir. Zira AB’ye uyum sürecinde bir takım değerler üzerinde durmak gerekir. Bunlar hukukun üstünlüğü, açıklık, şeffaflık, katılımcılık, yeterlilik, verimlilik, etkililik olarak değerlendirilebilir.

AB’ye uyum sürecinde yönetsel kapasitenin, söz konusu müktesebatın uygulanmasını sağlamada rolü büyüktür. Bu durum aday ülkeler için üyelik gereklerini daha açık hale getirmiş olmaktadır.[19] Nitekim 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde aday ülkelerin tam üyelik değerlendirmesinde siyasi ve ekonomik kriterlerin yanında, yönetsel kapasiteye muhakkak yer verilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.[20] Türkiye’nin AB’ye katılım öncesi süreçte yerine getirmesi gerekli yükümlülükler ile ilgili olarak Kopenhag Kriterleri üzerinde durulmuş, günümüze kadarki değerler için, Madrid Kriterleri olarak bilinen “AB müktesebatının uygulanması için, gerekli yönetsel kapasitenin oluşturulması’’konusu ise aynı yoğunlukta ele alınmamıştır.

AB’ye uyum konusunda ele alacağımız bir diğer konu, ulusal kamu yönetimlerinin işleyişinin AB standartlarına uyumudur. AB normlarıyla uyumlu kılınmış kalite standartlarının saptanması ve bu standartlara uygunluk değerlerinin denetlenmesi gereklidir.[21]

AB’ye uyum konusunda yönetsel kapasitenin arttırılması ve bunun için de reform yapılması lazımdır.[22]Türkiye’nin 2003 yılı Strateji Belgesi’nde, 1993 Kopenhag ve 1995 Madrid zirvesinde belirlenmiş olan siyasi ekonomik ve müktesebata ait üç kriterin bazı eksikliklerine rağmen karşılanmış olduğu ve Türkiye tarafından ilerleme kaydedildiği belirlenmiştir. AB’ne uyum konusunda eğitim önemli bir yer tutar. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği halinde kamu personel rejiminde yapılması gereken değişiklikler olacaktır. Bu konuda yeterli sayıda ve nitelikte personelin hizmete alınması ve mevcut personelin eğitimi yoluyla niteliklerinin arttırılması gerekliliği vardır. AB’ne uyum konusunda ‘’Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” doğrultusunda merkezi yönetimin aşırı görev ve yetkilerinin sınırlandırılması ve yerel yönetimlerin yetki ve kaynak açısından güçlendirilmesi önem kazanmıştır.[23] Yönetsel kapasiteyi arttırıcı bu yeniden düzenlemelerin siyasi ekonomik ve sosyo-kültürel alanlardaki yeniden düzenlemelerle[24] de ilişkisi kurulmalıdır. Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma isteği ve gayreti Atatürk’le başlamıştır. Bugüne kadar devam etmektedir. Nitekim bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için göstermiş olduğu uyum çabaları, Atatürk’ün yolunda yürümenin devam ettiğinin bir göstergesidir.


[1] Rıdvan Karluk; Avrupa Birliği ve Türkiye; Beta Yayıncılık; İstanbul 2004; s. 166

[2] Rıdvan Karluk; a.g.e.; s. 166

[3] Rıdvan Karluk; a.g.e.; s. 167.

[4] Rıdvan Karluk, a.g.e., s.167.

[5] Avrupa Birliğine Doğru; AB – Türkiye İşbirliği Derneği Yayını; İstanbul 2003; s. 14

[6] Avrupa Birliğine Doğru; s. 15

[7] Avrupa Birliği Ansiklopedisi; AB – Türkiye İşbirliği Yayını; İstanbul 2003; s. 28

[8] Avrupa Birliğine Doğru; s. 17

[9] Füsun Çiçekoğlu Oralalp; “Avrupa Birliği Kalkınma Politikalarının Gelişimi ve Aday Ülke Deneyimleri”; Avrupa Birliği Süreci ve Planlama, TMMOB Şehir planları Odası ODTÜ; 7-9 Kasım 2001 Ankara; s. 186

[10] Şu AB Neyin Nesi? .,AB-Türkiye İşbirliği Derneği Yayını., İstanbul 2005.,s.18

[11] AB Süreci ve Planlama; s. 193

[12] Öğretmenler için AB Klavuzu., T.C.  Milli Eğitim Bakanlığı Hizmetiçi Eğitim Dairesi Başkanlığı.,Ankara 2005,s.39

[13] Uğur, Ömürgönülşen, M. Kemal Oktem, Türkiye’nin AB’ye yönetsel uyumu, Çağdaş Kamu Yönetimi, II Nobel Yayın, Ankara,2004,s.60.

[14] Türkiye’nin Müzakere Çalışmalarının yürütecek idari yapılanmaya ilişkin öneriler http://www.ikv.org.tr

[15] U. Kılınç, Türkiye-Avrupa Toplulukları İlişkileri: Ekonomik, Sosyal, Hukuki ve İdari Yönden (1983–1988),TOBB, Ankara, 1990,s.58.

[16] Uluslararası Mevzuata uygun ve ulusal mevzuatta Koordinasyon. www.atm.gov.tr

[17] DPT, AET, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 1983,s.213.; Uğur Ömürgönülsen, M.Kemal Oktem, Türkiye’nin AB’ye Yönetsel Uyumu,TODAİE Kamu Yönetiminde Kalite, 3. Uluslararası Kongresi,4–5 Aralık 2003,TODAİE, Ankara, s.467.

[18] K.U.Bilgin, Avrupa Topluluğunda ve Üye Ülkelerdeki Uyumlaştırması Çalışmaları Işığında Türk Kamu Yönetiminin Avrupa Topluluğuna Uyumu, Gazi Üniversitesi, Ankara, 199, s..

[19] D.Kondakçı; E.Yıldırım, AB Müktesebatının Uygulanması için gerekli idari kapasite ve Türkiye’nin durumu,2000,s.5.

[20] AB, 2001 Müktesebatın uygulanması için gerekli ana idari yapılar; Genel Bakış. Bilgilendirme amaçlı gayrı resmi çalışma belgesi, s.6.

[21] DPT, 2001

[22] AB Komisyonu, 2002a

[23] TOBB,2000, TUSIAD,1997.

[24] T.C.Başbakanlık.,’ Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma I’.,Değişim Yönetimi İçin Yönetimde Değişim.,Ankara 2003,s.17-20

TO READ OR NOT TO READ İŞTE BÜTÜN MESELE BU !!

AHMET FİDAN ONLINE BİLGİ İLETİŞİM AĞI