Not: Bu yazı, 5
Eylül tarihli Radikal gazetesi ve
http://www.usakgundem.com/haber.php?id=1421
ortamında yayınlanmıştır.
Doç.Dr. M. Merdan HEKİMOĞLU
Balıkesir Üniversitesi İktisadi İdari
Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
Bazı Avrupa ülkeleri, AB'yi 'Hıristiyan
kulübü' yapmak hülyasıyla, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan
Türkiye'nin üyeliğini istemiyor
Türkiye'nin, Gümrük Birliği'ne yeni
katılacak olan 10 ülkeyle ilgili genişletilmiş ek protokolü imzalaması,
ancak bu imzanın Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmediğini, Türk liman
ve havaalanlarının Rumlara açılmasının mümkün olamayacağını bir
deklarasyonla duyurmasının ardından, Avrupa'dan gelen haksız tepkiler,
AB'ye dahil bazı devletlerin, çağdaş, barışçıl ve evrensel değerler
manzumesiyle değil, arkaik ve anakronik birtakım kültürel önyargılarla
hareket edebileceğini yine gösterdi.
Bilinçaltındaki
şovenizm
Hükümet ve diplomatlarımız, başta Fransa
olmak üzere birçok AB üyesi devletin, Türkiye ile tam üyelik
müzakerelerinin başlanmasına ilişkin politikalarında önyargılı hareket
ettiğinde görüş birliği içinde. Türkiye, kültürel ayrımcılıktan beslenen
birtakım küçük taktik hesapların, korku ve önyargıların mağduru yapılmak
isteniyor.
3 Ekim'de başlayacak müzakereler için Türkiye'nin yerine getirmesi
gereken hususlara ilişkin ek taleplerin hepsi haksızdır; üstelik bir çok
AB üyesi bunlara yönelik politikalarında çoğu defa samimi olmadığı gibi,
yapıcı ve teşvik edici de değildir.
Asyalı Müslüman Türklerin Avrupa
medeniyetine ait olmadığından tam üye olamayacağını' söyleyerek, 21.
yüzyılda bile şovenist bilinçaltına sahip olduklarını faş eden ve
Türkiye'nin müzakerelere başlamasını engellemek için Ermeni sorunu ve
Güney Kıbrıs'ın tanınması meselesine sarılanların, Alman filozof
Kant'ın, 'kendi amacına ulaşmak için başka bir şeyi kullanmanın en büyük
ahlaksızlık olduğuna' dair sözlerini iyi anımsamalarında fayda var.
Üstelik, vaktiyle eski Harvard'lı tarih profesörü Toynbee'nin 'Medeniyet
Yargılanıyor' adlı eserinde de ortaya konulduğu üzere, Hıristiyan ve
İslam medeniyetlerinin Suriye medeniyetinin çocukları olduğu gerçeğini
görmezden gelip, Türkiye'yi ötekileştirerek, medeniyet dersi verme
gayretkeşliği içerisinde bulunanların, öncelikle iddia ettikleri kendi
medeniyet değerlerine vâkıf olmalıdır.
İnandırıcılıkları
kayboluyor
Türkiye'nin devrim niteliğindeki
reformlarıyla, Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarının çözümüne yönelik yapıcı
tutumunu görmemekte ısrar eden Avrupalı devletlerin, öne sürdükleri yeni
koşullarla, ahde vefa ilkesini çiğneyerek, dünya kamuoyu vicdanında
inandırıcılığını kaybettiklerini artık görmeli.
Başta Fransa olmak üzere Alman Hıristiyan
Demokratları ile Avusturya ve Hollanda'nın hakkaniyetle bağdaştırılması
imkânsız bu ayrımcı taleplerine karşı, Türkiye'nin haklı ve onurlu
tepkisini ortaya koyması, hem de bunu yaparken üslubuna dikkat ederek
ölçülü bir şekilde hareket etmesi gerekiyor. Çünkü, 10 yıl sonraki tam
üyelik hedefine ulaşmamız gerçekleşmese dahi, AB sürecinin ekonomik ve
siyasi açılardan ulusal kalkınmamıza sağlayacağı olumlu etkilerden
yararlanmayı bilmeliyiz.
Bu nedenle akılcı ve onurlu bir politika
izlenmeli. Başbakan Erdoğan'ın, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ın verdiği
olumsuz demeçten duyduğu üzüntüyü dile getirmek suretiyle, 3 Ekim
müzakere süreciyle ilgili olarak Türkiye'nin yeni şart düşünme ve
konuşmasının söz konusu olamayacağına dair yaptığı kesin vurgu, ulusal
kararlılığımızı göstermesi açısından isabetli oldu.
Türkiye, 1987'de, Avrupa Topluluğu' nu
doğuran Roma Antlaşması'nın, Demokrasiyle idare edilen her Avrupalı
devlet topluluğa katılmayı isteyebilir' düzenlemesine dayanarak AB'ye
tam üyelik için müracaatta bulunmuş ve bu yolla 1959'da yapmış olduğu
ilk tam üyelik başvurusuna yönelik, 'Türkiye' nin henüz ekonomik açıdan
hazır olmadığı'na dair Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun aleyhte tezini
çürütmüştür.
Roma Antlaşması, Ankara Anlaşması'ndan
farklı olarak, Türkiye'nin 'tam üyeliği'ni, bütün şartlara uygun
özelliklere sahip olması kaydıyla, bir olanak değil, mutlak bir hak
olarak nitelemiştir. Bu gerçeklere karşın, bazı Avrupa ülkeleri,
halkının büyük kısmı Müslüman olan Türkiye'nin, AB ile müzakerelere
başlamasına, birliği bir 'Hıristiyan kulübü' haline getirmek hülyasıyla
karşı çıkıyor. Bu hülyanın müzmin müdavimleri Avrupalı ve özellikle
Alman Hıristiyan Demokratların, kültürel ayrımcılık temeline dayalı
argümanların, AB'nin temelinde yatan seküler değerler manzumesine zıt
olduğunu iyi bilmesi gerekiyor.
Eşitlik istiyoruz
Zira AB, İkinci Dünya Savaşı'nın acı
tecrübeleri ışığında etnik, dini ve ulusal esaslara dayalı ayrımcılığı
esas alan faşist zihniyetin bir daha kıtada söz sahibi olmaması için
doğmuş, insanlık tarihinin en büyük barış projesidir. Türkiye'yi
kültürel ayrımcılığa tabi tutmadan, diğer ülkelerle eşit ve nesnel
kriterler ışığında değerlendirme olgunluğunu gösteriniz. Kısaca sizden
istediğimiz, medeni bir ülkeye yakışır şekilde verdiğiniz sözü tutarak,
Türkiye'nin sadece hak ettiğini almasına katlanma basiret ve dirayetini
göstermenizdir. İnsan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve liberalizm
gibi kültürel açıdan ortak ve nötr değerler, prensipler ve çıkarlar
üzerine kurulu bir AB'nin aydınlık yüzünün, dini, etnik ya da kültürel
ayrımcılık üzerine bina edilmiş militarist ve emperyalist, karanlık
yüzüne galebe çalmasında herkesin yararı bulunduğu gerçeğini gözden uzak
tutmayınız.
Radikal, 05 Eylül 2005