KÖŞE YAZILARI / ONLINE BİLGİ İLETİŞİM AĞI
/ Genç Kalemler / Muhammet YÜRÜK Yazıları:::...>
Sahip
Olduklarımızın Değerini Kaybetmeden...
Muhammet YÜRÜK
Üniversite Öğrencisi
Hayat bazen bir kuşun özgürlüğe kanat çırpması gibidir,
bu yolculukta yeri gelir yükselir, yeri gelir vurulur ve düşer.
İnsanlar hayata
geldikleri ilk andan itibaren kendileriyle birlikte duygularını,
düşüncelerini ve hislerini de bir o kadar geliştirmiştir. Özelliklede
dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte bu soyut kavramlar daha çok değer
kazanmaya ve insanlar üzerinde daha fazla anlaşılmaya ve yorumlanmaya
başlanmıştır. Tüm dinleri ortak noktada birleştiren ve tek bir felsefede
toplayan duyguların başında şüphesiz sevgi ve merhamet gelmektedir. Sevgi ve
merhamet insanların sahip olduğu ve inançlarımızla daha çok pekiştirdiğimiz
duygularımızdandır.
Tarihe dönüp
baktığımızda tüm bilinen dinlerde peygamberlerin öğütlerinin başında
merhamet ve sevgi ilkesi vardır. Yaratanın da bizden istediği iyi , düzgün,
ahlaklı ve adil bir kul olmanın başında insanlara sevgi ve merhametle
yaklaşma gelir. Peki bu kadar önemli ve değerli bu duyguları incelersek ne
gibi bilgilerle karşılaşırız. İlk olarak “sevgi” ibaresini ele alalım.
Sevinin tanımını yapacak olursak en basit olarak bir gönül bağı diyebiliriz
sevgiye. İnsanlar annelerini, babalarını, kardeşlerini ve çevresinde gördüğü
bir hayvanı veyahut bir nesneyi bile sevebilir. Peki sevmek insana ne
kazandırır, yada biz neden severiz.
Sevgiye bir örnek
göstermek gerekirse buna en mutabıkı annenin evladına duyduğu sevgidir ki bu
sevgi en saf ve en yalın bir şekilde tamamıyla karşılıksızdır. Peki bir anne
neden evladını bu kadar sever, neden yeri geldiğinde evladı için ölümü bile
göze alır, yada biz neden annemizi severiz, belki de onunda bizi sevdiğin
içindir bu.
Kim ki birini severse
şüphesiz insanlarda onu sever. Çünkü seven insanlardan zarar gelmeyeceğini
herkes bilir, seven insan sevgiyi ruhunda hissedendir, seven insan merhamet,
şefkat taşıyan ve karşısındakine şefkatle yaklaşmasını bilen, ona da sevgiyi
aşılayandır.
Sevgi bir hazine ise
merhamet onun kapısıdır, ve bu kapının anahtarını ise şefkat oluşturur.
Sevgiye ulaşmadan önce merhameti iyi bilmek gerekir, çünkü sevgi merhametin,
acıma duygusunun bir getirisi gibidir. Zaten merhameti olmayan bir insan
nasıl birini sevebilir ki.
Merhamet kapısına
geldiğimizde ise onu açacak anahtara, yani şefkate ihtiyacımız olacaktır.
Küçük bir bebek düşünün, sevgiye ve birinin sıcaklığına muhtaç ağlamakta
olan bir bebek. Onu gördüğümüzde ona karşı merhamet duyarız, ve ardından
ağlamaması için onu kucağımıza alır ve sıcaklık gösteririz, yani şefkat
gösteririz. Kısaca şefkat merhametin getirdiği bir duygudur. Merhametten
hemen sonra hissedilen en güzel duygularımızdandır şefkat.
İşte tüm bu kavramlar
aslında bir hazinenin haritasını oluşturur ki, o da sevgidir. Sevgi o kadar
muazzam bir duygudur ki, içinde tüm güzellikleri, tüm saf duyguları, tüm
içtenliği ve sıcaklığı barındırır. Bu yüzdendir ki bizim sahip
olduklarımızın başında da sevmek sevilmek vardır.
Evet biz severiz,
annemizi, evet biz severiz insanları, evet biz severiz güzellikleri ve bizi
sevenleri, ama biz yine severiz merhameti şefkati. Neden, çünkü biz insanız,
çünkü biz sevginin ve şefkatin ne demek olduğunu bilen, çevremizde yardıma
muhtaç birini gördüğümüzde içimiz parçalanan, kimsesiz küçük bir çocuk
gördüğümüzde ona sarılan, şefkat gösteren, sevgiye karşılık verilmesini bile
hesaba katmadan tüm bunları yapabilen ve diğer insanlara da aşılayabilen
biriyiz. Sevginin büyümesi, merhametin yayılması, şefkatin artmasıdır bizim
isteğimiz, ve herkes şunu bilir ki sevgi paylaştıkça çoğalır. Siz birine
sevgiyle yaklaşırsanız o da bir başkasına sizin verdiğiniz sevginin hazzıyla
yaklaşır. Sonuç olarak sevgi çoğalır gider uzaklara. Siz birine tebessümle
yaklaşırsanız o da diğerine, o da diğerine derken belki de hayatınızda hiç
görmeyeceğiniz insanlara bile faydalı bir iş yapmış olur ve belki de
giderek yok olan insanlar arasındaki hoşgörüyü, merhameti hala
unutmadığımızı ve hala içimizde diri tuttuğumuzu kanıtlarız.
Günümüz dünyasına
baktığımızda bir insanın bize tebessüm etmesine bir hatır sormasına bazen
çok şaşırabiliyoruz. Ne kadar utanç verici bir şey yıllar önce unuttuğumuz
insanî duygularımızı bize bir başkasının hatırlatıyor olması. Demek bu kadar
zormuş dedirtiyor bazen yaşadıklarımız, ne kadar uzun zaman olmuş birinin
bize güler yüzle yaklaşması, ne kadar da güzelmiş bu bakışlar bu tebessüm.
Hiç yıllardır
görmediğiniz bir dostunuzu gördüğünüzde gözlerinizin dolduğu oldu mu? Eminim
ki olmuştur. O dostumuza önce sıkı sıkı sarılır ve sevgiyle karşılarız
kendisini değil mi? Farz edin ki yıllar önce kaybettiğimiz duygularımız
bizim dostumuz, bizi tekrar yıllardan sonra ziyarete gelmiş, önce ona sıkı
sıkı sarılın, sonra sevgiyle karşılayın onu, ama en önemlisi de, yıllardan
sonra yakaladığınız bu dostunuzu siz siz olun sakın bırakmayın, eve buyur
edin, bırakın da o da sizinle yaşasın, izin verinde yüreğinize tekrar
yerleşsin, yıllar önce çekip giden o dostumuzun içimizdeki yerinin daima
kendisinin olduğunu hissettirin, ve siz de hissedin.
Evet, şimdi ise
“merhamet”i açıklayalım. Nedir sizce merhamet, acıma duygusu mu, yüreğimizde
hissettiğimiz burukluk mu, yoksa affetmek mi?
Küçük bir kardeşiniz
olduğunu varsayın, sizin en çok sevdiğiniz bir hediyenizi kırdığını
düşünün. O hediyeyi de size sevgiliniz vermiş olsun. O kadar üzülüyorsunuz
ki kırılmış parçalarını gördüğünüzde, hemen kimin kırdığını araştırıyorsunuz
ve bakıyorsunuz ki bunu sizin küçük kardeşiniz yapmış. Hiddetle varıyorsunuz
yanına, bağırmaya çağırmaya başlıyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz ki, küçük
kardeşiniz yatağının üzerinde başını dizlerine kapamış ağlıyor, iç çeke çeke
ağlıyor. Sonra bir eziklik hissediyorsunuz içinizde, ne yaptım ben
diyorsunuz, bir suçluluk bir vicdan azabı çekmeye başlıyorsunuz. Yanına
oturuyorsunuz kardeşinizin, o hala iç çeke çeke ağlamayı sürdürüyor tabi.
Birkaç teselli söz söylüyor, kendinize bakmasını istiyorsunuz. O küçük
kardeşiniz başını kaldırıp size bakıyor, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı
olmuş, o küçücük yanakları gözyaşlarına bulanmış. Sonra kardeşinizin güldüğü
zamanları hatırlıyorsunuz, gülmenin, tebessümün ona ne kadar yakıştığını
anlıyorsunuz, ve tekrar parçalanıyor içiniz.
Sizce bu nedir, neden
vicdan azabı çektik bunları okuyunca, içinizde bazı duyguların kabardığını
hissettiniz mi, eğer hissettiyseniz siz merhametli birisinizdir, işte
merhamette budur. Eğer vicdan azabı çekebiliyorsanız, bu sizin vicdan sahibi
olduğunuz anlamına gelir, ama bu vicdan azabı çekmek merhamet sahibi
insanların en alt kademesinde olduğunuzu gösterir. Neden mi? Çünkü siz
zamanında merhamet gösteremediğiniz için vicdan azabı çekiyorsunuzdur.
Yapacağınız bir hareketi düşünerek ve de sonuçlarını anlayarak yapmamışsanız
vicdan azabı çekmeniz muhakkaktır.
Bu yüzdendir ki asıl
merhamet sahiplerinin hayatında vicdan azabı yoktur, ama hangimiz bu kadar
mükemmeliz ki. Biz ancak bir musibetle karşılaştıktan sonra anlarız
merhametin ne demek olduğunu. Ancak o zaman insan olmanın getirdiği
sorumlulukların farkına varır ve o zaman anlamaya çalışırız onları, yani
merhamete muhtaç olanları.
Siz siz olun merhamet
duygunuzu hiç unutmayın, emin olun vicdan azabı çekmek bir merhamet
göstermekten daha da zordur. Pişmanlık yiyip bitirirken insanı, bir
merhamette bulunmak yüceltir sizleri, insanlığınızın farkına varmanızı
sağlar. Hayatta umarım her zaman merhametli insanlarla karşılaşırsınız, yani
vicdan azabını en az çekmiş olanlarla.
Sıra geldi şefkate.
Peki şefkatin tanımını nasıl yaparız. Bir bakalım, şefkat, merhamet
duygumuzu hissettiğimiz anda yaptığımız davranışımız olabilir örneğin, yada
şefkat yardıma muhtaç biri - ki bu insan yada diğer canlılar da olabilir –
içinde yapabileceklerimizi yapmaktır. Bunu da bir hikayeyle açıklamaya
çalışırsak:
Düşününki mahallenizde
en çok sevilen insanlardan biri ölüyor, ve ölen bu kişinin de küçük bir
çocuğu var, annesinin ölümünün ardından yetim kalıyor. Babası da olmayan
biri. Sonra bunu dayısının yanına aldığını duyuyorsunuz. Bir gün o çocuğu
yolda dayısıyla görüyorsunuz, yüzünde yara izleri oluşmuş, başını öne eğmiş,
masum bir şekilde yürüyor. Sonra duyuyorsunuz ki dayısı ona üvey evlat
muamelesi yapıp her gün dövüyor ve bazen aç bırakıyormuş. Önce acıyorsunuz
ona, sonra bir gün parkta görüyorsunuz onu, tek başına bankta otururken.
Gidiyorsunuz yanına bakıyorsunuz ki ellerini yüzüne kapamış ağlıyor. Yanına
gidiyorsunuz ve bakıyorsunuz ki, burnu kanıyor yüzünde kan izleri var,
dayısı yine dövmüş. Hemen sarılıyorsunuz ona, onun bir annesi bir babasıymış
gibi.
Burada bizim
yaptığımız nedir, o küçük çocuğa şefkat göstermektir. Bilmem fark ettiniz
mi, önce merhamet duygumuz kabarıyor ve ardından şefkat geliyor, ama her
şeyin başında ise sevgi geliyor. Çünkü biz sevdiğimiz insanlara üzülürüz,
sevmediklerimizle pek ilgilenmeyiz bile. Bu bize neyi gösteriyor biliyor
musunuz, ne kadar çok insan sizi severse o kadar merhamet, o kadar şefkat ve
bir o kadar da yardım görür, bir o kadar sevgiyi ve insanlığı yaşarsınız.
Kısaca toparlayacak
olursak sevgi bir insanın sahip olduğu en yüce, en değerli duygusudur. Sevgi
sermaye istemez, sevgi yaşanması en kolay, en güzel duygudur. Sevin ki,
sevilin, merhamet edin ki, size de merhamet etsinler, insanlara şefkatle
yaklaşın ki, onlardan da şefkat bekleyebilesiniz.
Sevgi o kadar
mukaddestir ki, mevki konum tanımaz, sevginin dini, ırkı, sınıfı olmaz.
Mevlana’nın bir sözü vardır:
“Sevgiden ölüler
dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Sevgiden bakırlar altın kesilir”
İşte sevgi böyle bir
şeydir. Sevmekten hiçbir zaman kaçmayalım, onun peşinden koşalım, çünkü
sevgiden sevmekten kötülük gelmez, sevgi saflığın, merhametin bir işaretidir
de, ve sevgiyi hiçbir zaman kötüye kullanmayalım. Sevgi o kadar temiz bir
duygudur ki insanlığa bahşedilen, sakın ola ki bunu kötü şeylerle
gölgelemeyin. Sevgiyi, merhameti, şefkati sadece insanlara faydalı olmak
için kullanalım.
Varlığını içimizde
hala hissedebiliyorken sevginin, hala yardıma muhtaç bir insanı
görebiliyorsa gözlerimiz, uzatabiliyorsak ellerimizi her şeye rağmen
sevdiklerimize, işte o zaman bunun değerini bilelim. Çünkü bazen hayatta
sahip olduklarımızın değerini çok geç anlayabiliyoruz. Siz farkına varmışken
sahip olduklarınıza bunu kullanın, bizim için, kendiniz için, tüm insanlık
için kullanın.