Türk milletinin vazgeçilmez özellikleri vardır. Bunlar; Bakmak, Seyretmek, Ertelemek, Vazgeçmek, Pes etmek, üşenmek vb.Kalabalık içinde büyük çoğunluk bu mümtaz özelliklerle donanmıştır. Bu kalabalık, orkestranın dışındaki sesi duyduğunda ya ona safdil, ya meczup, ya sivri, kaba tabiriyle ya çıkıntı ya da deli demektedir. Bu kalabalığa göre sözde orkestranın dışında ses çıkaran mutlak surette akıntıyı kürek çekmektedir. Akıntıya kürek çekmek ise beyhudedir. Buraya kadar ifade edilenler kalabalık lehine fevkalade güzel cümleler sayılabilir.

Bu koroyu bozmada bazıları özellikle başarılıdır. Hatta bundan belki de zevk alırlar. Ne var ki kalabalık tarafından seslendirilen sözümona orkestra, kalabalığa göre uyumlu bir ses düzeneğidir. Gerçekte ise çıkan ses orkestra değil tam anlamıyla karmaşa ve dinleyiciler için eziyetse bu orkestraya kim dur diyecek veya orkestra şefini kim alaşağı edecektir.

Yığın psikolojisi insanlara öncelikle ailede ebeveynleri tarafından verilir, yaygın meşru eğitim kurumları tarafından da desteklenir. Bu destekleme çoğu zaman, sus, yapma, konuşma, dinle, bak, seyret türünden emirlerdir.

Bir de insanlar bu emirleri ona din kisvesi altına sokup kutsayarak sünepeliği dinin bir ögesi olarak takdim etmekte hayli başarılı olmuşlardır.

Oysa ki dinin ve en başta Kur’an-ı Kerim’in şiddetle ve öncelikle insanlara vaz ettiği konu “düşünmek” “akletmek” emirleri ve/veya düsturları olmuştur. Ama nedense söz konusu kutsal kitaplar hep bülbül gibi şakıyarak ama hiçbir zaman anlamının ne olduğu ve ne dediği akledilmeyerek okunmuştur ve hala da okunagelmektedir.

Bütün bunları niçin dile getirmekteyim. Her fikrine elbette katılmam mümkün olmasa da Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi aydın bilim adamlarının insanların beynindeki basmakalıp fikirleri irdelemesi karşısında o malum kentin yığın psikolojisindeki insanları “Provakatör”, “hain” “deli” gibi ithamlarında bulunmaktadır. Oysa ki sözde orkestranın gerçekte birer karmaşa ve aldatmaca olduğunu söyleyen her akıl ve irfan sahibi kişilere de aynı benzetmede bulunulmuştur. Bunun en belirgin ve güzel örneği, Hz. Muhammed’dir. Hal bu ki hep kalabalığın duyduğunun dışında ses çıkanları, birazcık izan sahibi insanların rahatlıkla hakkını verecektir. Yeter ki Allah’ın kendilerine lutfetmiş olduğu “akıl” melekesini kullanabilseler.

Akıl sahipleri göreceklerdir ki biraz düşündüklerinde gerçekten aklın yolu birdir.

Şu asla unutulmamalıdır ki nice devrimler, nice akımlar, nice mezhepler, dinler, devletler, sistemler kalabalığın duyduğu sesin karmaşa olduğunu fark eden ve bunu uygun zaman ve zeminde dile getiren kişiler tarafından başlatılmış veya ortaya çıkarılmıştır. Vee en önemlisi de bu kişiler zamandaşları tarafından ve özellikle de kalabalık güruh tarafından “çıkıntı” olarak değerlendirilmiştir.

Sıradan (avamdan) insanların kalabalık içindeki karmaşayı görmemeleri ve bu orkestrada bir parça olmalarını dünyanın bir geleneği veya belki bir gerçeği olarak değerlendirsek te bu meczup veya çıkıntı ifadelerini “bilim adamı” olduğunu zanneden kişiler tarafından dile getirilmesi ise hayli vahim bir durumdur.

Bu tür kişileri öncelikle dinle yakından ilgililerse Kur’anın “Akletmiyor musunuz?, “düşünmüyor musunuz? Ayetine davet etmek gerekir. Bu tür kişiler dinle değil de tamamıyla salt pozitif bilime inanan, veya metaryalizme inanan kişilerse onları da yine bilimin aradığı mutlak gerçeğe davet etmek gerekir. Zira bilim dogma değildir. Hiç kimsenin bilim adına çıkıp ta bu bilimin son noktasıdır deme lüksü veya fantezisi yoktur. Ancak insan aklıyla gelinen o zaman için son nokta denilebilir. Son noktanın göreceliliği asıldır.

Bilimin aradığı mutlak gerçeğin veya Dinin bize emrettiği “akletmiyor musunuz” emrinin akıl sahipleri tarafından değerlendirilmesi temennisiyle

ESEN KALIN 

Etiketler: